namaz kuranda kaç yerde geçer
namaz kuranda kaç yerde geçer bilgi90'dan bulabilirsiniz
Kur'an'da namaz kaç defa geçiyor?
Değerli kardeşimiz,
Farsça’da “tazim için eğilmek, kulluk, ibadet” anlamına gelen namaz, sözlükte “dua etmek, ibadet etmek, bağışlanma dilemek, yalvarmak” manalarındaki Arapça salât kelimesinin (çoğulu salavât) karşılığı olarak Türkçe’ye geçmiştir.
Terim olarak salât tekbirle başlayıp selâmla son bulan, belirli hareket ve sözlerden oluşan bedenî ibadeti ifade eder.
Namaz ibadetindeki rükünlerin aynı zamanda fiilî ve sözlü bir dua niteliğinde olması salât kelimesinin terim ve sözlük anlamları arasındaki ilişkiyi teyit etmektedir.
Salât kelimesiyle aynı kökten türeyen musallî “namaz kılan kişi” ve musallâ “namaz kılınan yer” anlamına gelir.
Kuran-ı Kerîm’de namazı ifade etmek üzere zikr kelimesinin yanı sıra (Meselâ bk. Ankebût, 29/45; Cum‘a, 62/9) tesbîh kelimesinin türevleri de kullanılmıştır (Rûm, 30/17)
Diğer taraftan İslâmî literatürde, İslâm’ın beş rüknünden biri olan ve bu dinin müntesiplerinin en önemli ortak paydalarından birini teşkil eden namaz ibadeti esas alınarak bazı inanç meselelerinde farklı yorumları benimseyen değişik mezheplere bağlı Müslümanları ifade etmek üzere “ehlü’s-salât” (ehl-i salât: namaz ehli) tabirinin kullanıldığı görülmektedir.
Salât kelimesi ve türevleri Kur’an’da sözlük (Meselâ bk. Tevbe, 9/103) ve terim (Meselâ bk. Bakara, 2/43, 238; Hûd, 11/114) anlamında doksan dokuz yerde geçer. (M. F. Abdülbâkī, el-Mucem, “ślv” md.)
Ahzâb sûresinin 56. âyetinde müminlere yöneltilen Hz. Peygamber (asm)’e salât etme buyruğu, ona olan saygı ve bağlılığı gösterme amacıyla okunan dua ile ilgili olup bunun şeklini bizzat Resûl-i Ekrem ashabına öğretmiştir. (Buhârî, Tefsîr, 33/10)
Hadislerde de salât kelimesinin sözlük ve terim anlamlarında sıkça kullanıldığı görülür. (Wensinck, el-Mucem, “ślv” md.)
Namazın Tarihçesi
Kur'an-ı Kerîm’den, hemen bütün ilâhî dinlerde namaz ibadetinin mevcut olduğu anlaşılmaktadır:
Ayrıca Ashâb-ı Kehf kıssası anlatılırken mescid kelimesinin zikredilmesinden (Kehf, 18/21) o dönemde namaz ibadetinin var olduğu sonucunu çıkarmak mümkündür.
Hadis ve tarih eserlerinden, İslâm öncesi Hicaz-Arap toplumunda Hz. İbrâhim’in tebliğ ettiği tevhid dininin etkilerinin ve bazı ibadet türlerinin şekil ve mahiyet değiştirerek de olsa devam ettiği, Ebû Zer el-Gıfârî ve Zeyd b. Amr b. Nüfeyl gibi bu dine tâbi olup Hanîf diye isimlendirilen kimselerin Kâbe’ye yönelerek namaz kıldıkları anlaşılmaktadır. (Müslim, Fezailü’s-sahâbe, 132; Cevâd Ali, VI, 473-475)
Kur’an ve Sünnet’te Namaz.
Kur’ân-ı Kerîm’de mutlak biçimde namaz emrine defalarca yer verildiği gibi;
- Bazı ayetlerde çeşitli üslûplarla namazın önemine işaret edilerek namaz kılanlardan övgü ile söz edilmiş (En‘âm, 6/92; Mü’minûn, 23/9; Meâric, 70/22-35),
- Namazı ciddiye almayıp özünden uzaklaşanlar yerilmiştir. (Mâûn, 107/5)
Birçok ayette “salât” ile birlikte “ikāme” kelimesi ve türevleri kullanılarak (Meselâ Bakara, 2/110, 277; Mâide, 5/55; Enfâl, 8/3) namazın vaktinde eksiksiz bir biçimde erkânına riayet edilerek ve devamlı olarak kılınması gereğine dikkat çekilmiştir.
Bununla birlikte “namazı ikāme etmek” ifadesinin bazı ayetlerde “namazı tasdik etmek” anlamına geldiği de belirtilmektedir. (Mukātil b. Süleyman, s. 139)
Diğer taraftan Kur'an’da salât kelimesinin sıkça zekât ve zekâta yakın mânadaki infak kelimesiyle birlikte kullanılmasının (Meselâ Bakara, 2/83; Tevbe, 9/18; Nûr, 24/56) namaz ibadetinin ruhu arındırma işleviyle zekât ibadetinin malı arındırma özelliği arasındaki paralelliğe vurgu anlamı taşıdığı söylenebilir.
Bir ayette namazın müminler için vakitleri belli bir farîza olduğu belirtilmiş (Nisâ, 4/103), kılınacağı vakitlere de Kur’an’ın kendine özgü üslûbu içinde sarih biçimde veya işaret yoluyla değinilmiştir.
Meselâ sabah (salâtü’l-fecr) ve yatsı (salâtü’l-işâ) namazları ismen zikredilirken (Nûr, 24/58) diğer vakit namazlarına işaretlerde bulunulmuştur.
Tefsir kaynaklarında Rûm sûresinin 17 ve 18. ayetlerinde “akşam vaktine eriştiğinizde” ifadesinin akşam ve yatsı namazlarına, “sabah kalktığınızda” ifadesinin sabah namazına, “akşam üstü” ifadesinin ikindi namazına, “öğle vaktine ulaştığınızda” ifadesinin de öğle namazına işaret ettiği; ayrıca namazın farz kılındığı mi‘rac olayının ardından inen İsrâ sûresinin 78. âyetinde geçen “dülûkü’ş-şems”in öğle ve ikindiyi, “gasaku’l-leyl”in akşam ve yatsıyı, “kur’ânü’l-fecr”in sabah namazını ifade ettiği belirtilmektedir.
Bu iki âyetin dışında; “Gündüzün iki tarafında ve gecenin -gündüze- yakın saatlerinde namaz kıl.” meâlindeki âyette (Hûd, 11/114) gündüzün iki tarafında kılınması emredilen namazlardan biri sabah namazı, diğeri ise güneş batmadan önceki kısım (taraf) olarak alındığında öğle ve ikindi, battıktan sonraki taraf olarak alındığında akşam ve yatsı olarak yorumlanmıştır.
Ayette geçen zülef (gündüze yakın saatler) kelimesinin gecenin gündüze yakın olan ilk saatlerini ifade ettiği dikkate alınarak bu saatlerde kılınması emredilen namazın da yatsı namazı olduğu görüşü benimsenmiştir.
Alimlerin çoğunluğu, Bakara sûresinin 238. ayetinde yer alan “orta namaz” (es-salâtü’l-vustâ) ifadesiyle ikindi namazının kastedildiği kanaatindedir; Hz. Peygamber (asm)’in bir hadisi de (Buhârî, Cihâd, 98) bu görüşü desteklemektedir. Özellikle namazın fazileti hakkındaki bazı rivayetlere dayanarak bu namazın sabah namazı olduğunu söyleyenler de vardır.
Hadis kaynaklarında, mi‘rac hadisesini takip eden günlerde Cebrâil’in Kâbe’de Hz. Peygamber’e imamlık yapmak suretiyle beş vakit namazı kıldırdığı, her bir namazın başlangıç ve bitiş vakitlerini uygulamalarıyla gösterdiği ve bunları ayrıca sözlü olarak da açıkladığı kaydedilmiştir. (Müslim, Mesâcid, 176, 179)
Cum‘a sûresinin 9. âyetinden beş vakit namaz dışında cuma günü (öğle namazı yerine) kılınacak namazın da farz olduğu ve cemaatle kılınması gerektiği anlaşılmaktadır.
Teheccüd namazıyla ilgili ayet (Müzzemmil, 73/20) ve bayram namazına delâlet ettiği belirtilen ayetin (Kevser 108/2) hükmü hakkında ise farklı yorumlar vardır.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Kur'an'da geçen salat / namaz sözcüğü hangi anlamlara gelmektedir ...
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Yazı kaynağı : sorularlaislamiyet.com
namaz kuranda kaç yerde geçiyor | islam ve ihsan
Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.
“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.
İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)
Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.
Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)
Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.
Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)
Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.
İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.
İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.
Yazı kaynağı : www.islamveihsan.com
Kuran'da 99 Yerde Bahsi Geçen İbadet
Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de ehemmiyetine binâen 99 yerde “namaz”dan bahsediyor. Peki bizleri namazın öneminin farkında mıyız?
Namaza Cenâb-ı Hak davet ediyor. “…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor.
Dolayısıyla namaza olan iştiyak ve muhabbet, gönüldeki Allah sevgisinin bir tezâhürüdür. Allâh’ı seven, O’nun emrini de severek îfâ eder. Çünkü namaz; Cenâb-ı Hak’la bir mülâkat, bir buluşma ve beraberliktir.
Bizler de sabırla, yılmadan, Allâh’ın sevdiği amelleri îfâ etmeye çalışalım ki, Allah da bizi sevsin. Zira Allah kulunu sevdiğinde, sevdiği amellerin sevgisini de lûtfeder, onları târifsiz bir lezzet duyarak îfâ edebilmeyi nasîb eder.
MÜMİN İÇİN ÖNEMLİ BİR HEDEF
Yeri gelmişken burada bir hâtıramı nakletmek isterim:
Bir gün Afrikalı, siyâhî bir talebe yanıma geldi ve;
“–Hocam benim için duâ edin.” dedi.
“–Oğlum ne arzu ediyorsun, hangi müşkülün için duâ istiyorsun?” dedim.
Çünkü gençlerden ekseriyetle; ya bir imtihanda başarılı olabilmek, ya üniversiteyi bitirebilmek, ya iş-güç sahibi olabilmek, yahut evlenebilmek gibi hususlarda, yani dünyevî meselelerle ilgili duâ talepleri geliyordu. O gencin duâ talebi ise çok mânidardı:
“–Hocam, benim için duâ edin; Allah bana namazı çok sevdirsin!” deyiverdi.
Hakîkaten namazı sevmek; her mü’min için, mühim bir ideal olmalıdır.
HZ. İBRAHİMİN DUASI
Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’in derdi de buydu. O da şöyle yalvarıyordu Rabbine:
“Ey Rabbim! Beni ve zürriyetimden gelecekleri, namazı devamlı kılanlardan eyle! Ey Rabbimiz, duâmı kabul eyle!” (İbrahim, 40)
Demek ki kendisinin ve neslinin takvâ üzere namaz kılanlardan olabilmesi, peygamberlerin dahî gündemini en çok meşgul eden meselelerden biridir. Gönlümüzü namaz sevgisiyle doldurması için Cenâb-ı Hakk’a yalvarmak, gerçek bir îmânın gereğidir.
Bir anne-baba eğer evlâdını seviyorsa, çocuklarına gerçekten merhametliyse, onları küçük yaşlarından itibaren namaza alıştırması lâzım.
-Allah göstermesin, çok acıdır- insanın en yakını vefat eder, çok üzülür o ayrılığa. Sonra zamanla azalır o üzüntü. Fakat en büyük ayrılık hüznü, kıyamet gününde olacak. Cennetlik olan sâlih kullara:
“Onlara merhametli Rabbʼin söylediği selâm vardır.” (Yâsîn, 58) âyet-i kerîmesi muktezâsınca büyük bir ikram ve iltifatla “Cennet’e buyrun” denilecek.
Fakat bunun zıddına Cehennemlik olan mücrimlere ise:
“Ey mücrimler! Siz ayrılın bugün!” (Yâsîn, 59) denilecek. Belki orada nice karı-koca birbirinden ayrı düşecek. Nice evlâtla anne-baba farklı yollara gidecek. Dünyada beraber yaşayan akrabaların bir kısmı bir tarafa, bir kısmı diğer tarafa ayrılacak. Çok hazin bir gün olacak!..
İşte o gün mahzun olmamak için, bugün hem kendi istikâmetimize dikkat etmeli, hem de bilhassa ciğerpârelerimiz olan evlâtlarımızı Allâhʼın birer emâneti bilip ufak yaşlarından itibaren onların mânevî terbiyeleriyle meşgul olmalıyız.
İmâm Mâlik Hazretleri diyor ki:
“Ben her hadis ezberlediğimde, babam bir hediye verirdi. Öyle bir zaman geldi ki, babam hediye vermese bile, hadis ezberlemek, bende bir lezzet hâline geldi.”
İşte bunun gibi bizler de evlâtlarımızı namaza teşvik etmeli, ellerinden tutarak câmiye götürmeli, mükâfat vererek namazı sevdirmeli ve onları namaza alıştırmalıyız ki, bizden sonra da namazın lezzetini, zevkini, rûhâniyetini alarak kılmaya devam etsinler. Bu hususta bizler de İbrahim -aleyhisselâm-’ın derdi gibi çocuklarımızın namaz ehli olabilmeleri için dertlenelim -inşâallah-.
t Cenâb-ı Hak namaza o kadar ehemmiyet veriyor ki;
“Ey Âdemoğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin…” (el-A‘râf, 31) buyuruyor. Yani namazda, ilâhî huzurda bulunmanın farkında olunacak. Dağınık ve pasaklı bir kılık-kıyafetle namaza durulmayacak. Tertipli-düzenli olarak namaza durulacak.
Hattâ çocukluğumdan beri, rahmetli büyüklerimize dikkat ederdim; namaza duracakları zaman seccâdenin püskülleri dağınıksa, o püskülleri bile düzeltir, namaza öyle dururlardı.
İşte namaza gösterilen bu îtinânın neticesinde ne oluyor? Namaz, kulu fahşâ ve münkerden koruyor.
Bir insan, namazının makbuliyet derecesini şu şekilde anlayabilir:
Kıldığı o namaz;
–Gözünü harama bakmaktan koruyor mu?
–Kulağını yanlış sesler ve sözler dinlemekten alıkoyuyor mu?
–Dilini gıybet, dedikodu, yalan, iftira ve boş konuşmalardan muhafaza ediyor mu?
–Namazda huşû duyuyor mu?
–Namaz kılınca gönlü rûhâniyetle doluyor mu?
İşte makbul bir namaz, kulu fahşâ ve münkerden korur, kulun iç dünyasını Rabbe yakınlaşmanın feyz ve rûhâniyetiyle doldurur. Her insan kendisinde bu hâllerin ne kadar bulunduğuna bakarak, kıldığı namazın makbuliyet seviyesini tespit edebilir.
Böyle bir îtinâdan uzak şekilde, sırf kuru bir geometri hâlinde kılınan, riyâ, gösteriş vs. ile mâlul bir namaz içinse Cenâb-ı Hak:
“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar!” (el-Mâûn, 4-5) buyuruyor.
Kaynak: Osman Nuri Topaş, Genç Dergisi, Yıl: 2021 Ay: Ocak Sayı: 172
İslam ve İhsan
Yazı kaynağı : www.islamveihsan.com
Yorumların yanıtı sitenin aşağı kısmında
Ali : bilmiyorum, keşke arkadaşlar yorumlarda yanıt versinler.