Bu sitede bulunan yazılar memnuniyetsizliğiniz halınde olursa bizimle iletişime geçiniz ve o yazıyı biz siliriz. saygılarımızla

    kadının beyanı esastır kanun maddesi

    1 ziyaretçi

    kadının beyanı esastır kanun maddesi bilgi90'dan bulabilirsiniz

    Kadının Beyanı Esastır İlkesi

    Kadının Beyanı Esastır İlkesi

    Giriş

    Kadının beyanı esastır ilkesi ve ceza hukuku arasında bir bağ olduğu açıktır. Ceza hukuku devletin toplum üzerindeki en etkili ve en önemli denetim ve düzen aracıdır.  Ceza hukukuyla birlikte toplumda belli bir nizam oluşturulmakta ve bu sayede bireyler devlet tarafından korunduklarını bilmektedir. Bu düzenin sağlıklı işlemesi için de suçlara karşı gerekli yaptırımların uygulanması ve devletin üzerine düşen koruma yükümlülüğünü yerine getirmesi gerekmektedir.

    Cinsel saldırı ve cinsel taciz suçlarının da engellenemez şekilde ortaya çıkması ve mağdur ile failin arasında çoğu zaman tanıksız ve delilsiz şekilde meydana gelmesinden kaynaklı olarak yargı sisteminin faillerin bu boşluklardan yararlanarak cezasız kalmasını engellemek için benimsediği ilke de “kadının beyanının esastır” ilkesidir. Günümüzde sürekli tartışma konusu olan kadının beyanı esastır ilkesi yine de yargının her kararında uygulanmamaktadır.

    Kadının Beyanı Esastır İlkesi Nedir ?

    “Kadının beyanı esastır” ilkesi öz olarak hukuk alanında özellikle de ceza hukukunda kadınlara yönelik cinsel suçlar ve benzeri suç türlerinde tanıksız veya delilsiz olarak soruşturmanın başlatılması ve gerektiği takdirde sonrasında tanıksız ve delilsiz işlenmiş bu suçların yargılamasında kadının beyanının esas alınarak hüküm kurulması ve failin cezalandırılmasını sağlamaya yönelik bir ilkedir. Kadının beyanı esası ilkesi temelinin Yargıtay kararları üzerine olduğunu söyleyebiliriz.

    Yargıtay 5. Ceza Dairesi 2003/4048 Esas, 2004/2528 Karar sayılı kararında suç kanıtı aramanın bir çok olayın karşılıksız ve cezasız kalması gibi istenmeyen bir sonuca yol açacağı ve şikayetçinin başkasına zarar vermek için kendisine zarar vermesinin hayatın olağan akışına uygun olmadığışeklinde belirttiği gerekçesiyle verdiği kararda kullandığı “her ne kadar delil olmasa da şikayetçi kadının beyanı esas alınarak sanığın cezalandırılmasına karar verildi” cümlesinden yola çıkılarak hukuk dünyasında benimsenmiş bir ilkedir.

    Yargıtay’ın kararında üzerinde durduğu nokta da kadınların cinsel taciz veya cinsel saldırı suçlarına uğradıklarını ifşa etmelerinin kendileri için zorluk yaratacağına dikkat çekilmiş ve kadınların böyle durumlarda kendi öz hayatlarına da zarar verdiğinden hayatın olağan akışına uygun olmayacağından bahsedilmektedir. Yargının benimsediği bu ilkenin asıl amacı cinsel suçlarda bilhassa da cinsel taciz suçunda işlenen fiilin genellikle tanıksız, delilsiz, gizli ve sadece mağdur ve failin bulunduğu şekilde işlenmesi dolayısıyla suç kanıtı arama ile bu tür fiillerin cezasız bırakılmasının önüne geçilmesidir.

    Yargı kadının beyanı esastır ilkesi ile ilgili kararlarında “cinsel suçlar doğası gereği geriye kanıt bırakmayan suçlardır, bu yüzden kanıt aradığımız durumlarda sanığın beraat etmesi kaçınılmazdır, öyleyse kanıtsız da ceza vermeliyiz” demektedir. Kadının beyanı esastır ilkesi sadece kadınlara özgü bir ilke değildir. Ceza hukukunda bakıldığında suçtan zarar görene ve mağdura cinsiyet ayırt edilmeksizin çocuk, erkek, kadın için de mağdurun beyanı esastır ilkesi esas alınmaktadır. Kadının beyanı esastır ilkesi CMK gereği etkin soruşturma yürütülmesi için de gerekli bir ilkedir.

    İstanbul Sözleşmesi Ve Kadının Beyanı Esastır İlkesi

    Cinsel suçlar için benimsenen kadının beyanı esastır ilkesi,  6284 SAYILI AİLENİN KORUNMASI VE KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUNA İLİŞKİN UYGULAMA YÖNETMELİĞİ ile de karşımıza çıkmaktadır.

     6284 Sayılı “İstanbul Sözleşmesi” madde 30’da tedbir kararının verilmesi hususunda 3.fıkra “Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir.” denilmek suretiyle mağdurun beyanının tedbir kararı içinde esas alındığını göstermektedir. Şiddet tehdidi altında olduğunu beyan eden kadın, ilave delil aramaksızın koruma mekanizmalarına dahil edilmektedir.  Bu mekanizmaların işletilmesinde de kadının beyanı esastır ilkesi önemli bir rol oynamaktadır.

    Kadının beyanı esastır ilkesi cinsel ve şiddet suçlarında saldırıya uğradığını veya şiddet gördüğünü beyan eden mağdurların delil yetersizliği varsa bile bu beyanlarının esas alınarak hızlı şekilde tedbir kararı verilerek mağdurların koruma altına alınmasını, olay üzerinde harekete geçilmesini, kovuşturma aşamasına geçilmesi ve hatta bu beyanın yargılama aşamasında delil niteliği de taşıması anlamındadır. Belirtmek gerekir ki bu ilke “kadın ne beyan ediyorsa o doğrudur veya kadının her beyanı doğrudur” demek değildir. Hukuk için ve toplumda düzenin sağlanması için ortada atılan iddianın ciddiye alınarak ivedilikle soruşturmaya başlanması, mağdurun koruma altına alınması ve gerekirse kovuşturma ile devamı sağlanarak failin ceza almasını amaçlamaktadır.  İddianın aksi her zaman ispat edilmektedir.

    Cinsel Suçlarda Mağdur Beyanının Delil Değeri Ve Kadının Beyanı Esastır İlkesi İle İlişkisi

    Yargıtay ve doktrin esas olarak mağdurun beyanının delil değerini tespit ederken mağdurun yaşı, kişiliği, ruh sağlığı, kendi içinde verdiği beyanlarla çelişip çelişmediği, fail ve mağdurun arasındaki ilişki, ahlaki durum ve sanığında da savunmalarıyla çelişip çelişmediğini esas alarak hüküm verir. Cinsel özgürlüğü ihlal eden suçlarda da verilen mahkûmiyet hükümlerinde çoğu zaman delil ve tanık olmasa dahi kadının/çocuğun beyanlarının esas alınarak hüküm verilebilmektedir. Bakıldığı zaman cinsel saldırı ve cinsel taciz suçları da gizli gerçekleşmekte ve bu suçlardan geriye görgüsüyle tanık olabilecek kimse kalmamaktadır. Suçun mağdurunun ise beyanları hâkimde suçun oluştuğu kanaatini uyandırmaktaysa bu suç cezalandırılmalıdır. Yargıtay’ın son yıllarda verdiği kararlarla bu mağdur beyanlarının delil sayılabilmesi için aradığı bazı nitelikler bulunmaktadır. Bu ölçütler;

    Kadının beyanı esastır ilkesi yargı kararlarında benimsenirken yukarıdaki ölçütler hakimler tarafından dikkate alınmaktadır. Hakkaniyetin sağlanması ve aynı zamanda mağduriyetin giderilmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. Mağdurun beyanı ise şüpheye düşürecek şekilde ise sanıklar için mahkûmiyet kararı verilmesi uygun değildir.  Ancak eğer işlenen cinsel suçta veya şiddet ve benzeri suçlarda tanık yoksa ve suçun doğası gereği de delil bulunmuyorsa yukarıdaki ölçütler gereğince mağdurun beyanı esas alınarak delil niteliği kabul edilebilecektir.

    Kadının Beyanı Esastır İlkesi Ve Masumiyet Karinesi Arasında İlişki

    Masumiyet karinesi suç kesinleşmediği sürece kimsenin hükümlü olarak kabul edilemeyeceği suçsuzluk ilkesi olarak da kabul edilen ilkedir.  Masumiyet karinesi evrensel bir hukuk kuralıdır. Bu ilke ile sanıkların korunması/ değil hukukun devamını sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu karine Anayasa madde 38’de de “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” denilerek kabul edilmiştir. AİHM tarafından da kabul edilen masumiyet karinesi uygulanırken sanığın savunma hakkı göz önünde tutulmaktadır. Kadının beyanı esastır ilkesi ile masumiyet karinesinin çelişip çelişmediği konusunda ise; sanığın savunma hakkı gibi sahip olması gereken temel haklar ile mağdurun hakları arasında menfaat dengesinin gözetilmesi gerekmektedir. Sanığın masumiyet karinesinden yararlanması gerektiği kadar mağdurun da adil yargılanma hakkını kullanması gerekmektedir.

    Yargıtay Kararları

    Yargıtay 5. Ceza Dairesi  2006/1043 E. 2006/1460 K. “Mağdurenin tüm aşamalardaki samimiyetinden şüpheye düşülecek bir tutarsızlık görülmeyen iddialarına, bunu doğrulayan 25.12.2001 tarihli tutanak içeriğine, mesajların gönderildiği telefon hattının sanığa ait olmasına göre sanığa isnad edilen suçların sübuta erdiğinin anlaşılması karşısında, mahkumiyetine karar verilmesinin gerekeceği…”

    Yargıtay 14. Ceza Dairesi 2015/8542 E.  ,  2019/11684 K. “Yargılama sırasında şikayetinden vazgeçen mağdurenin çelişkili ve tutarsız beyanları, savunma, mağdure tarafından kovuşturma evresinde kabul edilen yazışma içerikleriyle sanık müdafisinin temyiz dilekçesi ekinde yer alan yazışma muhtevasının mağdurenin soruşturma evresindeki beyanına aykırı oluşu ve tüm dosya kapsamı nazara alındığında sanığın, mağdurenin rızası dışında konutuna girerek cinsel ilişkide bulunduğuna dair cezalandırılmasına yeter, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmayıp, mevcut haliyle mağdureye gönderdiği tespit edilen mesaj içerikleri nedeniyle eyleminin kül halinde tehdit suçunu oluşturduğu gözetilmeden, yazılı şekilde mahkumiyeti hükümleri kurulması”

    Yargıtay Ceza Genel Kurulu   2013/14.MD-97 E. , 2013/331 K.Mağdurenin beyanlarının aşamalarda tutarlı ve istikrarlı olduğu, olaydan hemen sonra durumu tanıklar M.Ö.ve M. N.Ö..’e anlatıp şikayetçi olduğu, sanığa iftira atması için geçerli hiçbir neden bulunmadığı, dinlenen tanıkların mağdurenin beyanlarını doğruladığı…”

    Yukarıdaki kararlarda da görüldüğü üzere çeşitli yargı kararlarında kadının beyanı esastır ilkesi kabul edilebilmektedir. Yargıtay kadının beyanının şüpheye düşürmeyecek şekilde tutarlı olmasını, sanığa iftira atması için yeterli hiçbir neden bulunmadığı gibi nedenleri esas alarak kadının beyanını sanığın mahkumiyetinde kesin delil olarak kabul edilmiştir.

    Kaynakça :

    Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun

    “Kadının Beyanı Esastır ” : Çok Bilinmeyenli Bir Denklem, Av. Seher Kırbaş Canikoğlu , s.32

    Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesine Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi

    Türk Ceza Kanunu

    Yazı kaynağı : hukukif.com

    Kadının beyanı esastır

    "Kadının beyanı esastır", cinsel suç ve cinsel şiddet vakalarında delil yetersizliği durumunda kadının ve çocuğun beyanının esas olduğunun kabul edilerek soruşturmanın başlatılması ve ifadenin delil olarak kabul edilmesine dair ilkedir. İlke bazı Yargıtay kararlarınca sabitken durum hala tartışmalıdır ve çelişki yaratan dava örnekleri de bulunmaktadır. İlk olarak cinsel suçların yargılamasında ortaya çıkan ilkenin bütün şiddet olaylarında geçerli olması yönünde savunular bulunmaktadır.

    Arka plan[değiştir | kaynağı değiştir]

    GREVIO ve birçok gölge rapora göre Türkiye'deki cinsel suç, şiddet ve kadın cinayeti vakalarında mağdurlar travmatik duruma sebebiyet veren failleri ifşa etmek için uygun bir toplumsal ve yargısal güvence bulamamaktadır. 3 Temmuz 2017'de yayımlanan GREVIO raporunda kadına yönelik şiddette cinsiyetçi önyargılar ve mağduru suçlamalarının yargılamalarda indirime yol açtığı endişesi dile getirildi. Şiddet olaylarının yetkili makamlara bildirilmesindeki oranın azlığında mağdurların ekonomik bağımsızlığının olmayışı, hukuksal metinlerde okuryazarlığın azlığı, iddia ve yargılama makamlarına olan güvensizliğin etkisine dikkat çekildi. Özellikle tecavüz ve cinsel şiddet vakalarının “mağdurlar tarafından neredeyse hiçbir zaman bildirilemediğine” dikkat çekildi.[1]

    Kapsam ve uygulanış[değiştir | kaynağı değiştir]

    Yargılamalarda kadın mağdurların beyanları, günlük yaşamın akışına uygun, tutarlı ve istikrarlı, faille yaşanan menfi durumdan kaynaklanmayan, travmatik olay sonrasında yakın çevre ve tanıklarla paylaşılmış, hekim raporları ile belgelenmiş ve fail bunları çürütemedi ise hüküm esastır. Bu durumun masumiyet karinesine uygun olup olmadığına dair tartışmalar sürmekteyken adli süreçlerde suç sabit hale gelene kadar failden soruşturma süresince şüpheli, kovuşturma aşamasında ise sanık olarak bahsedilmekte, suçluluk kararından sonrasında ise "hükümlü" denmektedir. İlkenin etkin olarak işler hale gelmesinde vaka sonrasında durumun hemen yetkili makamlarla paylaşılmasının gerektiği, mağdurların menfi olayları paylaşmada cesaretlendirilmesi birçok avukat ve eski hakim tarafından önerilmektedir.[2]

    Cinsel suçların ispatında delil ve tanık göstermenin zorluğuna binaen bu olayların gerçekleştiği ortam ve durumların da dikkate alınmasını takiben birçok davada kadının beyanı esas görülerek fail için suçun sabitliği ve ceza uygun görülmüştür. 2004 yılında bir davada mağdur bir kadın avukatın beyanı "Söz konusu olan olayda henüz avukatlık mesleğinin başlangıcında bekar genç bir bayan olup kendisiyle ilgili böyle bir iddiayı ortaya koymasında toplumumuzda hakim olan sosyal ve ahlaki değerler de gözetildiğinde, kişiliğinin ve mesleki saygınlığının zarara uğrayacağı muhakkaktır. Başkasını zarara uğratmak isterken kendisini zarara uğratması insanın doğasına aykırı bir olgudur." gerekçesiyle esas kabul edilerek fail suçlu bulunmuş ve bu durum ve gerekçe Yargıtay tarafından uygun bulunmuştur. Bu gerekçede, kadınların bu suçları toplumsal normlar nedeniyle ifşa etmelerinin zorluğuna dikkat çekilmiş, bu durumun kendi öz hayatlarına da zarar vereceği varsayımından hareket edilerek, kadının böyle bir şeyi göze almasının hayatın olağan akışına uygun olamayacağından hareketle beyanı esas kabul edilmiştir. Bu örnek sonrasında yargı birçok benzer davada aynı şekilde hareket etmiştir.[3]

    İlkenin uygulanışında yargısal yorum farklılıkları belirgindir. Türkiye'de yargı, davalarda sanık ve mağdurun sosyal statülerine, ikili arasında ilişkinin biçimine ve aralarında husumet olup olmadığına, tarafların geçmişlerine bakarak her davayı kendi özel durumlarına göre incelemektedir. Bu sebeple her davada bu ilke uygulanmamakta, yargılama sürecinin özelliklerine göre hareket edilmektedir. Yargısal yorum farklılıklarıyla yargının kadınların yaşam biçimlerine bakarak toplumsal cinsiyet rolleri ekseninde değerlendirmeye ağırlık vermesi ise eleştiri konusudur.[4]

    Hukuki kapsamı[değiştir | kaynağı değiştir]

    Ceza yargılamasında, bazen bazı suçlarla ilgili bulunan tek delil, suçun mağdurunun beyanları olabilmektedir. Bu nedenle yargılama sırasında beyan edilen delillerinin, ispat açısından ayrı bir değere sahip olduğu düşünülmektedir. Yine de bu beyanlarda bulunan kişilerin isteyerek ya da istemeyerek yanlış beyanda bulunmaları ihtimali de gözetilmektedir. Bu beyanlara istinaden verilen mahkeme kararları, yüksek mahkemelerce başka delil bulunmaması nedeniyle bozulabilmektedir. Bu nedenlerle beyanların delil niteliği tespit edilirken birtakım kriterler göz önüne alınmaktadır. Yargıtay ve öğretiye göre; mağdurun ruh sağlığı, yaşı, kişiliği, beyanlarının çelişkili olup olmadığı, fail ile ilişkisi, ahlaki durumu ve güvenilirliği, sanığın savunmaları ile çelişip çelişmediği, mağdurun beyanları değerlendirilirken göz önüne alınması gerekmektedir. Tek delilin mağdurun beyanı olduğu suçlarda, mahkemenin hangi sebeplerle mağdurun beyanını sanığın beyanlarından üstün tuttuğunu somut ve inandırıcı gerekçelerle, denetime elverişli şekilde ortaya koyması gerekmektedir.[5]

    Yargıtay 14. Ceza Dairesi, önüne gelen bir olayda, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma ve silahla tehdit suçlarıyla yargılanan bir sanığın, yerel mahkemece beraat ettirilmesine karşılık, olayın mağduru müştekinin yargılama aşamasındaki samimi ve istikrarlı anlatımlarını mahkeme kararının bozulması için bir gerekçe olarak saymıştır.[6] Yargıtay Ceza Genel Kurulu ise, önüne gelen bir olayda, tecavüz suçunun mağduru olan bir kadının, özünde değişmeyen ve birbirini destekleyen beyanlarının tamamının doğru kabul edilmesi gerektiğinden bahisle bu beyanlara itibar edilmesi gerektiğine hükmetmiştir.[7] Yargıtay'ın çeşitli dairelerince benzer olaylarda da bu yönde kararlar verilmektedir.[8]

    Kaynakça[değiştir | kaynağı değiştir]

    Yazı kaynağı : tr.wikipedia.org

    “Kadının Beyanı Esastır” Ne Demek?

    “Kadının beyanı esastır” ilkesi esasen “şikayetçinin beyanı esastır” üzerinden okunur. Karakola gidip “evime hırsız girdi” dediğinizde bu beyan esas alınır ve bu beyana dayanılarak soruşturma başlatılır. İfadeniz alınırken elbette ki tutarlı mısınız diye kontrol edilir. Beyanın esas alınması bu beyana dayanılarak hüküm kurulması anlamına gelmez.

    Şikayetle elde edilen basit şüpheyle soruşturma başlar. Yeterli şüphe oluşursa savcı tarafından iddianame düzenlenir ve böylece ceza davası açılmış olur. Yeterli şüphe olmadığına kanaat getirilirse kovuşturmaya yer olmadığına karar verilir (takipsizlik kararı diye okuruz medyada) ve dava hiç açılmaz. Açılan ceza davasında da kovuşturma yürütülür, deliller toplanır. Bu aşamada hala “şüpheden sanık yararlanır”. Kovuşturma neticesinde kabaca ya mahkumiyet ya beraat kararı verilir.

    O beyan dediğimiz husus bütün bu fitili ilk ateşleyendir. Birinin hakkınızda şikayette bulunması sizi sadece şüpheli hale getirir. Hukuken hüküm kurulması için ise tüm süreçlerden teker teker geçilmesi gerekir.

    Hangi halde delil aranmaz da salt beyana dayanarak karar verilebilir?

    Koruyucu tedbir kararında. 6284 sayılı Kanun sayesinde “Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz.” (Madde 8(3)/a) Tedbir adı üstünde gecikmesinde sakınca olan hallerde şiddetin hiç yaşanmaması için verilen karardır.

    Koruyucu tedbir dediğimiz yerleşim yerinin değiştirilmesi, işyerinin değiştirilmesi gibi kararlardır ve en çok 6 aya kadar verilebilir. Tedbir kararlarının gereği yerine getirilmediğinde 3 günden 10 güne kadar zorlama hapsine karar verilebilir.

    Birkaç örneğe bakalım; Eskişehir’de sokak ortasında eski eşi tarafından öldürülen Ayşe Tuba Arslan daha önce eşi hakkında 23 kez suç duyurusunda bulunmuş ve bu şikayetler takipsizlik kararıyla sonuçlanmıştı. Arslan’ın eski eşi koruma tedbiri kararı verilmiş olmasına rağmen fail bu kararın gereğini yerine getirmemiş ve Arslan’ı öldürmüştü.

    Kamera kaydı vesilesiyle daha geniş kitlelerin haberdar olduğu Emine Bulut cinayetinde Bulut’un öldürülmeden önce karakola sığındığı ancak karakolda tutulan tutanakta şikayetçi olmadığının zapta geçtiği dolayısıyla koruma kararı verilmediği ortaya çıkmıştı. Sonra tutanakta Bulut’un imzasının dahi yer almadığı tespit edildi. İhmali olan kamu görevlileri ceza almadı.

    Bu örnekler o kadar çok ki. Kadınlar korunmuyor, ölüyorlar. Sırça köşklerden inip 6284 nasıl uygulanıyor diye bakıldığında kadınların salt beyanıyla kimsenin hapislerde çürümediği ortada. Kaldı ki beyanla hapis diye bir hukuki müessese de zaten yok.

    Ceza hukukunda masumiyet ilkesi karine teşkil eder: “suçluluğu ispat edilene kadar herkes masumdur”. Gel gelelim bir kişinin sırf kötülük olsun diye iftira attığını varsaymak da ancak cadı avlarını yaşatan Orta Çağ zihniyetinde mümkün olabilir. Yargıtay bile şikayetçinin başkasına zarar vermek için kendisine zarar vermesini hayatın olağan akışına aykırı bulur. Şikayette bulunan kişinin şikayeti ciddiyetle değerlendirilmeli, bütün deliller en büyük hassasiyetle toplanmalı ve ifadeler bu gözle değerlendirilmelidir.

    İfşa kolay değildir. Tam da bu yüzden bir çeşit ifşa olan şikayeti de yapmaz kadınlar. Şiddete uğrayan kişi yılların “mağdur suçlayıcılık” birikimiyle zaten önce kendisini suçlar. “Anlamalıydım”, “Cevap vermemeliydim”, “Yardım istemeliydim” der durur kendine. Fiziksel/cinsel şiddete mutlaka duygusal şiddet de eşlik eder. Zihin kendini korumak için yaşananların bir kısmını zaten unutmayı seçer. Kişinin kendine gelip yaşananın adını koyması için zaten epey süre geçmesi gerekir. Genelde iki kişinin olduğu ortamlarda yaşanan cinsel şiddet olaylarında deliller zaten ispata yarar yeterlilikte değildir ya da şiddete uğrayan tarafından olayın travmasıyla bizzat karartılır.

    Kadınlar neden ifşaya başvuruyor?

    Öncelikle iyileşmek sonrasında da şiddeti sona erdirmek için. Bunca yıl utandırılmış olmanın zehrini akıtma bir yolu ifşa. İntikam değil iyileşme biçimi. Gerçek adalet değil erkek adaletin hüküm sürdüğü bir ortamda hukuka güven zaten yeterli değilken bir adalet arayışı. Mesele en çok şiddete uğrayanın kendini sağaltması ve şiddetsiz bir geleceğin inşası.

    Bu ülkede bütün kadınlar, bakın iddialı söz BÜTÜN kadınlar hayatlarının bir kısmında mutlaka ama mutlaka tacize uğruyor. Ben daha uğramayanla hiç karşılaşmadım. En az bir kere bir mesaj alıyor, sokakta laf yiyor, hatta doğrudan orası burası elleniyor. Bütün kadınların. Hepsinin. Bu durumun vehametinin farkında mısınız? Bunun ne kadar korkunç olduğunun farkında mısınız?

    Kadınlar yüzyıllardır sokakta yalnız yürürken korkuyor bu ülkede. Toplu taşımada yalnız kalmaktan, gece dışarı çıkmaktan korkuyor. Tanımadığı birine kapıyı açmaktan korkuyor. Yolda bir araba yol sormak için dahi dursa yanında bir arabanın durmasından korkuyor kadınlar. Dijital dünyada aldığı onca taciz mesajından sonra flört etmeye korkar hale geliyor. Bu ülkede günde 4 kadın öldürüyor. Farkında mısınız?

    Erkekler bir kadınla asansöre binmeye korkuyorlarmış taciz iftirası yerlerse diye… Korksunlar. Ama bunun hesabını kadınlardan değil bu geçmişi inşa etmiş hemcinslerinden sorsunlar. Bu geçmişi inşa etmiş olan, o asansörlerde, arka odalarda yaşanan onca tacizin müsebbibinden sorsunlar hesabını.

    İftiraya uğramaktan korkan o erkekler eğer gerçekten samimilerse şiddetin ortadan kaldırılması için mücadeleye dahil olsunlar. Kadına yönelik şiddetin etkin yargılanması sağlansın ki ifşa bir araç olmasın. Karşımızda değil yanımızda dursunlar ki şiddet bitsin. Kadınları susturarak değil kadınları güçlendirerek çıkabiliriz bu çukurdan, hepimiz. Ya hep beraber, ya hiç birimiz.

    Yazı kaynağı : dijitaltopuklar.com

    Yorumların yanıtı sitenin aşağı kısmında

    Ali : bilmiyorum, keşke arkadaşlar yorumlarda yanıt versinler.

    Yazının devamını okumak istermisiniz?
    Yorum yap