istanbul sözleşmesi 6284 nedir
istanbul sözleşmesi 6284 nedir bilgi90'dan bulabilirsiniz
İstanbul Sözleşmesi nedir. 6284 sayılı kanun neden önemli
İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik psikolojik, fiziksel ve cinsel şiddeti önleyebilmek ve sonlandırmak için tasarlanan bir sözleşmedir. Kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetten arınmış bir toplum yaratmak için yapılan İstanbul Sözleşmesi için son dönemde “çekilme” tartışması yaşanıyor. Kadınlarla erkekler arasında önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırma amacı taşıyan İstanbul Sözleşmesi hakkında merak edilenler haberimizde yer alıyor.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ NEDİR?
İstanbul Sözleşmesi Avrupa Konseyi tarafından desteklenmektedir ve taraf devletleri hukuki olarak bağlar. Sözleşmenin dört temel ilkesi; kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların gerekli yaptırımlarla cezalandırılması ve kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesidir.
Kadına karşı şiddeti bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık türü olarak tanımlayan, bağlayıcı nitelikte ilk uluslararası düzenlemedir. Tarafların sözleşme kapsamında vermiş oldukları taahhütler, bağımsız uzmanlar grubu GREVIO tarafından izlenmektedir.
Diğer yandan, İstanbul Sözleşmesi, kadınlara yönelik her tür şiddete karşı hukuki çerçevede detaylı bir koruma sağlayan ilk uluslararası belgedir.
6284 SAYILI KANUN NEDEN ÖNEMLİ?
6284 sayılı "Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun", şiddet kavramını; kişinin, fiziksel, psikolojik, cinsel ya da ekonomik bakımdan zarar görmesiyle veya acı çekmesi ile sonuçlanan yahut sonuçlanması muhtemel hareketleri, tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfi şekilde engellenmesini içeren tutum ve davranış olarak tanımlamıştır. Ayrıca kanun tanımında, bu özellikleri belirlenen tutum ve davranışların toplumsal, kamusal ya da özel alanda meydana gelebileceği belirtilmiştir. Yine bu tutum ve davranışların fiziksel, psikolojik, cinsel, sözlü ya da ekonomik olabileceği de aynı kanun kapsamında sayılmıştır.
Ayrıca 6284 sayılı kanun, kadına yönelik şiddet kavramını ise kadınlara, yalnızca kadın olmaları nedeni ile uygulanan ya da kadınları etkileyen cinsiyete dayalı bir ayrımcılıkla kadının insan hakları ihlaline yol açan, şiddet olarak tanımı yapılan her tür tutum ve davranış olarak nitelemiştir.
6284 Sayılı Kanun'un uygulanmasında ve gereken hizmetlerin sunulmasında aşağıdaki temel ilkelere uyulur:
a) Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, özellikle Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ve yürürlükteki diğer kanuni düzenlemeler esas alınır.
b) Şiddet mağdurlarına verilecek destek ve hizmetlerin sunulmasında temel insan haklarına dayalı, kadın erkek eşitliğine duyarlı, sosyal devlet ilkesine uygun, adil, etkili ve süratli bir usul izlenir.
c) Şiddet mağduru ve şiddet uygulayan için alınan tedbir kararları insan onuruna yakışır bir şekilde yerine getirilir.
ç) Bu Kanun kapsamında kadınlara yönelik cinsiyete dayalı şiddeti önleyen ve kadınları cinsiyete dayalı şiddetten koruyan özel tedbirler ayrımcılık olarak yorumlanamaz.
6284 sayılı Kanun’un sağladığı haklar şöyle sıralanabilir:
1-Sığınak talep etme
2-Şiddet gören ya da tehdit altında olan kadınlar geçici koruma (yakın koruma) talep edebilirler
3- Şiddete uğrayan ya da tehlikede olan kadın; şiddet uygulayanın evden uzaklaştırılmasını, kendisine yaklaşmasının engellenmesini, adresinin gizlenmesini, kimlik ve ilgili diğer bilgilerin değiştirilmesini isteyebilir
4- Şiddet uygulayanın silahını polise teslim etmesini, geçici velayet ve tedbir nafakası, geçici maddi yardım, oturduğu eve aile konutu şerhi konulmasını talep edilebilir
5- Herhangi birinin şiddete maruz kaldığını tanık olursanız 6284 sayılı Kanun’a göre, durumu 155’i arayarak şikayet ya da ihbar da bulunabilirsiniz.
Yazı kaynağı : www.yenicaggazetesi.com.tr
Özgün Law Firm
Giriş
İstanbul Sözleşmesi veya asıl adıyla Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadelede devletlerin alması gereken tedbir ve uygulaması gereken yaptırımlar yönünden yükümlülüklerini belirleyen uluslararası insan hakları sözleşmesidir. Kadına yönelik şiddete dair bağlayıcılığa sahip ilk uluslararası sözleşme olan bu sözleşme, 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılmış olması nedeniyle kısaca “İstanbul Sözleşmesi” olarak anılmaktadır. Sözleşme Ağustos 2020 itibariyle 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanmış ve imzalayan ülkelerin 34’ünde yürürlüğe girmiştir. [1]
Türkiye sözleşmenin imzaya açıldığı tarih olan 11 Mayıs 2011’de imzalayarak İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan ilk ülke olmuştur. Sözleşme, Türkiye’de 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Uluslararası Hukukta Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Çalışmaları
Kadına yönelik şiddet insanlığın varoluşundan bu yana süregelen bir problem olmasına rağmen uzun süre boyunca bir sorun olarak görülmemiş ve bu nedenle de devletler tarafından bir çözüm yolu arayışına gidilmemiştir. Fransız İhtilali ile dünyaya yayılan eşitlik anlayışının bir sonucu olarak cinsiyete dayalı ayrımcılığın ortadan kaldırılması adına 1791 Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi ile kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması konusunda adımlar atılmıştır. Ancak “kadına yönelik şiddet” ele alınmamıştır. Yıllar içerisinde kadınlar belirli ülkelerde belirli hakları elde etmeyi başarmış olsalar da uluslararası düzeyde kadınların haklardan eşit düzeyde yararlanmaları ve yasalarda eşit haklara sahip olup ayrımcılıkların ortadan kaldırılması adına 1979 yılında Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) kabul edilmiştir. Ancak bu sözleşmede de “kadına yönelik şiddet” konusunda açık bir düzenlemede bulunulmamıştır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin kabul edilen ilk belge 20 Aralık 1993 tarihli “Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge”dir. Bu bildirge oylamaya dahi sunulmaksızın kabul edilmiştir. Bildirge, hukuki bağlayıcılığa sahip olmadığı hâlde kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi açısından içerdiği ilke ve kurallarla, devletlerin iç hukuklarında düzenleme yapılması için itici güç olmuştur. [2] Bildirge CEDAW’ın etkili uygulanmasının sağlanması ve kadına yönelik şiddetin tasfiye edilmesine katkı sağlaması bakımından bir önlem olarak sunulmuştur. Bu amaçla kadına yönelik şiddetin açık ve kapsamlı bir tanımının yapılması ve kadınlara karşı her türlü şiddetin ortadan kaldırılmasını sağlamak için kullanılacak olan hakların açıkça düzenlenmesi gerekliliğine değinilmiştir. [3]
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından 11 Mayıs 2011’de imzaya açılan ‘Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Sözleşme’ yani İstanbul Sözleşmesi uluslararası düzeyde kadına karşı ve aile içi şiddete karşı yaptırım gücü olan ilk sözleşmedir. Sözleşmede kadına yönelik şiddetin, kadın erkek ayrımcılığının bir sonucu olduğu vurgulanmış ve bağımsız bir denetim mekanizması kurulması için de düzenleme yapılmıştır. Sözleşme, medeni hâline bakılmaksızın tüm kadınların şiddetten korunmasını kapsamakta, mağdurların haklarını korumaya yönelik önlemlerin alınmasında cinsel kimlik, cinsel yönelim de dahil olmak üzere hiçbir ayrımcılık yapılmamasını öngörmektedir. [4]
Sözleşmenin taraf devletlerce uygulanıp uygulanmadığını izlemek üzere GREVIO adı verilen izleme mekanizması kurulmuştur. Bu mekanizmanın amacı sözleşmenin yaptırım gücünü artırmaktır.
İç Hukukumuzda Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Çalışmaları
Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana kadın-erkek eşitliğini sağlamaya yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Birçok batı ülkesine kıyasla radikal nitelikte reformlar yapılmış ve kadının toplum hayatında ve aile içinde erkekle eşit yere gelmesi için büyük adımlar atılmıştır. 1934 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınmış olmasının yanında, çok eşliliğin kaldırılması ve evlilik kurumlarında kadın-erkek eşitliğinin öngörülmesi gibi reformlar, kadınların yalnızca kamusal alanda eşitliği ilkesini değil aynı zamanda özel alana dair de eşitlik ve hak tanımlamalarına yönelik radikal değişikliklerdir. [5]
Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliği ve cinsiyete dayalı şiddet 1980’li yıllardan itibaren hükümet ve kamuoyu gündeminde yer almaya başlamıştır. Avrupa Birliği entegrasyon sürecinin kadın haklarının gelişimine katkısı çok büyüktür. Bu süreçte Medeni Kanun, Türk Ceza Kanunu, Anayasa ve diğer kanunlarda birçok olumlu değişiklik yapılmıştır. [6] 1985 yılında Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW) Türkiye tarafından onaylanmıştır. Kadına yönelik şiddetle mücadelede yapılan mevzuat değişiklikleri ve düzenlemelerin en önemlilerden biri 1998 yılında kabul edilen 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’dur.
4320 sayılı Kanun’un genel gerekçesine göre amacı, aile içi şiddetten mağdur olan kadını koruyucu yasal tedbirlerin alınmasını ve ailenin korunmasını sağlamak ve aile içerisinde gerçekleşen şiddetin yol açtığı ve açacağı zararların toplum bünyesinde derin ve kalıcı izler bırakmasına engel olmaktır. Bu amaç, 5636 Sayılı Kanun’la yapılan değişiklik sırasında gerekçede 4320 sayılı Kanun’un temel amacı aile içinde şiddeti uygulayan bireyi, ortak yaşam alanından uzaklaştırarak ve diğer birtakım tedbirleri uygulamaya koyarak aile içinde şiddeti önlemektir, biçiminde açıklanmıştır. [7]
İstanbul Sözleşmesi temel alınarak 2012 yılında 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kabul edilmiştir. 6284 sayılı Kanun, esas itibariyle 4320 sayılı Kanun’da düzenlenmiş olan koruma tedbirlerini içermektedir. Ancak, yeni yasa gerek şiddet mağdurlarının kapsamı açısından gerek şiddetin önlenmesi, koruma kararı verilmesi ve kurumlar arası koordinasyon kurulması açılarından ve mağdura geçici maddi yardım desteği sağlanması bakımından kapsamlı düzenlemeler içermektedir. [8]
6284 sayılı Kanun’un amacı şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasların düzenlenmesi olarak belirtilmiştir. Kanunda şiddetin fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik olarak uygulanabileceğine değinilmiş olması İstanbul Sözleşmesi ile paralellik göstermekte fakat şiddetin kamusal ya da özel alanda meydana gelmiş olmasının herhangi bir fark yaratmayacağına değinilmemiş olması Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden yalnızca İstanbul Sözleşmesi’ne değil CEDAW’a da aykırılık göstermektedir. 6284 sayılı Kanun’da 4320 sayılı Kanun’dan farklı olarak koruyucu tedbirlere de yer verilmiştir.
İstanbul Sözleşmesi
Kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, kadınların her türlü şiddetten korunması, kadınlara yönelik şiddetin faillerinin kovuşturulması, yargılanması ve cezalandırılması için titizlikle hazırlanmış bir metin olan İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddete dair bağlayıcılığa sahip ilk uluslararası sözleşmedir.
Türkiye, Sözleşmeyi 11 Mayıs 2011’de imzalamış ve 24 Kasım 2014’te onaylamıştır. Türkiye, sözleşmeyi imzalayan ve onaylayan ilk ülke olmuştur.
İstanbul Sözleşmesi’nin amacı sözleşmenin 1’inci maddesinde açıklanmıştır;
a. kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak;
b. kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak;
c. kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin tüm mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlamak
d. kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla uluslararası iş birliğini yaygınlaştırmak;
e. Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla kuruluşların ve kolluk kuvvetleri birimlerinin birbiriyle etkili bir biçimde iş birliği yapmalarına destek ve yardım sağlamak.
Sözleşmenin kapsamı 2’nci maddede belirtilmektedir;
1. Bu Sözleşme, aile içi şiddet de dahil olmak üzere, kadınları orantısız bir biçimde etkileyen, kadına karşı her türlü şiddet için geçerli olacaktır.
2. Taraflar bu Sözleşmeyi tüm aile içi şiddet mağdurları için uygulamaya teşvik edilir. Taraflar bu Sözleşmenin hükümlerinin uygulanmasında toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin kadın mağdurlarına özel olarak dikkat göstereceklerdir.
3. Bu Sözleşme, barış zamanında ve silahlı çatışma durumlarında geçerli olacaktır.
Sözleşme, aile içi şiddet de dahil olmak üzere en çok kadınları etkileyen, (medeni hâline bakılmaksızın) kadınlara yönelik her türlü şiddet biçimi için geçerlidir. Sözleşme, taraf devletleri hem kamu hem de özel hukuk gerçek ve tüzel kişilerinin kadınlara yönelik şiddet eylemlerinden sorumlu tutmaktadır. [9] Taraf devletler, devlet adına faaliyet gösteren devlet yetkilileri ve organları kadına yönelik şiddet eylemlerinde bulunmaktan kaçınacak ve kadına yönelik şiddet eylemlerinin önlenmesini, kovuşturulmasını, cezalandırılmasını ve tazmin edilmesini sağlamak üzere gerekli hukuki ve diğer önlemleri alacaklardır. Sözleşme, taraf devletlerin yükümlülüklerini yerine getirirken uyması gereken temel ilkeleri belirlemiştir. Bu ilkeler; toplumsal cinsiyete duyarlılık, kadınların güçlendirilmesi, kapsamlı, eşgüdümlü ve bütüncül politikalar izleme, yeterli mali ve beşeri kaynakları tahsis etme, hükümet dışı kuruluşlarla, sivil toplumla ve erkeklerle iş birliği, özel sektör ve medyayla iş birliği, araştırma, veri toplama ve bulguları paylaşma, koordinasyon birimi kurma ve azami dikkat ve özen gösterme yükümlülüğüdür.
Sözleşme, şiddetin önlenmesi konusunda adeta bir yol haritası çizmiş; farkındalığı artırma, uzmanların eğitimi, önleyici müdahale, tedavi programları, özel sektör ve medya desteğinin alınması, psikolojik ve hukuksal destek hizmetleri, sığınakların kurulması, acil yardım hatlarının açılması, çocuk tanıklar için koruma, bedensel zarar görenlere tazminat, adli yardım hizmetleri gibi konular ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. [10]
Kadınlara Yönelik Şiddetle ve Aile İçi Şiddetle Mücadele Konusunda Uzmanlar Grubu (GREVIO)
Taraf devletler bağımsız uzmanlar grubu olan GREVIO tarafından izlenmekte ve denetlenmektedir. Komitedeki uzmanlar insan hakları ve cinsiyet eşitliği üzerine disiplinler arası uzmanlığı olan üyelerdir. GREVIO, toplumsal cinsiyet ve coğrafi dağılım dengesinin yanı sıra çok disiplinli uzmanlık bilgileri de göz önünde bulundurularak, en az on, en fazla on beş üyeden oluşur. GREVIO üyeleri, Taraf devletlerce gösterilen adaylar arasından Taraflar Komitesi’nce bir kez yenilenebilir. Dört yıllık görev süresi için, sözleşmeye taraf devletlerin vatandaşları arasından seçilir (m. 66/2). Sözleşme’nin taraf devletlerin bağımsız bir kuruluş tarafından incelenmesi sözleşmenin yaptırım gücünü artırmaktadır.
Sonuç
Sonuç olarak aile içi şiddeti ve kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmak yalnızca hukuki alanda önlemler getirmekle mümkün değildir. Bunun için bütün ilgili kurum ve kuruluşların koordineli bir şekilde mücadelesi gerekmektedir. Devlet kurumlarının ve hükümetlerin kararlı bir tutum sergilemeleri gerekmektedir. 6284 sayılı Kanun her ne kadar önceki kanuna göre kapsamlı olsa da toplumun şu an içinde bulunduğu durumdan da anlaşılacağı üzere yeterli olmamaktadır. Bunun temel sebebi gerek toplumda gerek kamu kurum ve kuruluşlarında yasanın uygulanması bakımından gerekli altyapının oluşturulamamış olmasıdır.
İstanbul Sözleşmesi temeline oturtulmuş olan 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” İstanbul Sözleşmesi’nin yok sayılması durumda herhangi bir değişikliğe uğrayıp uğramayacağına dair bir açıklama yapılmamış olup zaten hâlihazırda mevcut yasanın ve yaptırımların güçlendirilmesi gerektiği açıktır. Aile içi şiddetle ve kadına yönelik şiddetle etkin mücadele, ancak başvuruları alan ve yasayı uygulayan her kurumda ‘şiddetin önlenmesi ve 6284 sayılı Kanun konusunda’ hizmet içi eğitim verilmesi, kurumlar arası koordinasyonun sağlanması ve kadına yönelik şiddete ve aile içi şiddete son verme çalışmalarının kararlı bir devlet politikasıyla sürdürülmesi ile olacaktır.
Av. M. Gül Altunay
Kaynakça:
1. Chart of Signatures and Ratifications of Treaty 210 – Avrupa Konseyi
2. Nazan Moroğlu – Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi 6284 sayılı Yasa ve İstanbul Sözleşmesi
3. Ezgi Ergüneş Duran - İstanbul Sözleşmesi’nin İç Hukuk Bakımından İncelenmesi ve Sözleşme’nin Uygulanmasında Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün Rolü (Uzmanlık Tezi)
4. Nazan Moroğlu – Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi 6284 sayılı Yasa ve İstanbul Sözleşmesi
5. Dilek Karal, Elvan Aydemir – Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet
6. Dilek Karal, Elvan Aydemir – Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet
7. Eray Karınca – Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle İlgili Ulusal ve Uluslararası Yasal Düzenlemeler
8. Nazan Moroğlu – Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi 6284 sayılı Yasa ve İstanbul Sözleşmesi
9. Prof. Dr. Kadriye Bakırcı – İstanbul Sözleşmesi
10. Nazan Moroğlu – Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi 6284 sayılı Yasa ve İstanbul Sözleşmesi
İstanbul Sözleşmesi 2011
Arif Barış Özbilen, Mualla Buket Soygüt Arslan - 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”un Değelendirilmesi
Ülker Şener - 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Ne Getiriyor?
Nisan Kuyucu – İstanbul Sözleşmesi Nedir?
Gizem Özkan - Kadına Yönelik Şiddet - Aile İçi Şiddet ve Konuya İlişkin Uluslararası Metinler Üzerine Bir İnceleme
Av. Aydeniz Alisbah Tuskan - Uluslararası Belgelerde Kadının İnsan Hakları ve Türk Hukukuna Yansımaları
Nuran Koyuncu, Tuğba Bayraktar - Geçmişten Günümüze Türk Hukukunda Kadının Hukuki Statüsü
Emirhan Akman - İstanbul Sözleşmesi Bağlamında Devletin Kadın Politikaları (Yüksek Lisans Tezi)
Yazı kaynağı : www.ozgunlaw.com
İstanbul Sözleşmesi Nedir?
İstanbul Sözleşmesi – Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi
Yaygın kullanılan adıyla İstanbul Sözleşmesi, yani Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan “Kadına Yönelik Şiddetin ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Sözleşme”, 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzalanmıştır. Türkiye, bu Sözleşmenin ilk imzacı devletidir. Sözleşme İstanbul’da imzalandığından, kısaca İstanbul Sözleşmesi olarak adlandırılmaktadır.
Kadına yönelik şiddet, toplumda var olan toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir sonucu olarak, erkeğin kadın üzerinde tahakküm kurmasının ve kadını baskı altına almasının yollarından birisidir. Bu sebeplerle de esas olarak çözülmesi gerekenin kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik sorunu olduğu, kadına yönelik şiddetin eşitsizlik sorununun çözümüne paralel olarak ortadan kalkacağı tezi; şiddete maruz kalan veya kalma ihtimali ile her an burun buruna yaşayan kadınlara, belirsiz bir süre daha bu biçimde yaşamaları gerekeceğini söylemek anlamına geleceğinden, tek başına yeterli bir çözüm değildir. Şiddet konusunda özel önlemlerin alınmaması halinde ise, kadına yönelik şiddet yoluyla eşitsizliğin yeniden üretileceği tezi, göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Bu yüzden, kadına yönelik şiddetle ve kadın erkek eşitsizliği sorunuyla, eş zamanlı olarak mücadele edilmesi gereklidir. Bu gerçekten hareketle, öncelikle uluslararası arenada kadına yönelik şiddetle mücadele amacıyla özel yasal düzenlemeler getirilmiş, küresel dünyanın bir parçası olan Türkiye de, bu gelişmelerin dışında kalamamıştır. Kadına yönelik şiddetle mücadele amacıyla çıkartılan uluslararası düzenlemelerden en önemlisi İstanbul Sözleşmesidir demek yanlış olmayacaktır.
İstanbul Sözleşmesinde kadına yönelik şiddet; “ister kamusal alanda isterse özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayalı her türlü eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelir ve bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılmaktadır.” şeklinde tanımlanmaktadır.
İstanbul Sözleşmesi, bugün gelinen son noktayı temsil etmekte ve önleme, koruma-destekleme ve kovuşturmayla ilgili yapılacakları ayrıntılı bir şekilde içermektedir. Sözleşme kadına yönelik şiddetin bütün formlarını, ayrımcılığı ve ev içi şiddeti önlemeyi, şiddete uğrayanlara yardım ve koruma için kapsayıcı bir çatı ve politikalar oluşturulmasını, maddi eşitliğin sağlanmasını, uluslararası alanda kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti önlenmesi için işbirliği yapmayı, bu tür şiddetle ilgili çalışanları desteklemeyi ve sözleşmenin uygulanmasıyla ilgili olarak da izleme mekanizması kurmayı amaçlamaktadır1.
İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik ve ev içi şiddetle mücadele açısından çok ileri bir düzenleme olarak nitelenebilir. Sözleşmenin giriş kısmında da belirtildiği gibi, bu ileri düzenlemeler birden bire ortaya çıkmamış, insan hak ve özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesi için yapılan birçok sözleşme, protokol, tavsiye kararı, içtihat ve uygulamadan çıkartılan dersler sonrasında, ortaya çıkabilmiştir. Yine Sözleşmenin giriş bölümünde, kadına yönelik şiddetin kadın ve erkek arasındaki eşitsizliğin bir tezahürü olduğu, bu yüzden kadın ve erkek arasında yasal ve fiili eşitliğin sağlanmasının kadına yönelik şiddeti önlemede anahtar bir unsur olduğuna yapılan vurgu, çok önemlidir. Sözleşmenin, bu mantıkla düzenlenen amacı da, hem kadın erkek eşitliğini sağlamak, hem de şiddeti önlemek için uluslararası işbirliğini sağlamak şeklinde özetlenebilir.
Sözleşmede kadınlara yönelik şiddet, “bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak ve ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma” şeklinde tanımlamıştır. Bu tanım haricinde İstanbul Sözleşmesi “kadına yönelik cinsiyete dayalı şiddet”i ise; “kadına kadın olmasından dolayı uygulanan veya kadınları orantısız biçimde etkileyen şiddet” şeklinde tanımlama gereği duymuştur. İlk tanımdan farklı olarak ikinci tanımda şiddetin, kadın olmasından kaynaklı olmasa da, orantısız bir biçimde kadını etkilediği durumların da Sözleşmenin kapsamına alındığı görülmektedir. İstanbul Sözleşmesinin en önemli özelliklerinden birisi de, toplumsal cinsiyet tanımına yer veren ilk uluslararası düzenleme olmasıdır.
İstanbul Sözleşmesinin TBMM’de Onayı
İstanbul Sözleşmesinin orijinal ismi “Europe Convention on Preventing and Combating Violence Against Women and Domestic Violence” (Kadına Yönelik Şiddetin ve Ev İçi Şiddetinin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Sözleşme) olmasına karşın, TBMM’den “Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Sözleşme” şeklinde onaylanarak geçirilmiştir. Burada “ev içi”nin “aile içi” olarak tercüme edilmesi Sözleşmenin ruhuna aykırı olup, uluslararası hukuk gereğince de kabul edilebilir değildir. Zira Türkiye tarafından Sözleşmenin isminin bu şekilde kabul edileceği hakkında herhangi bir çekince koyulmadan bu değişikliğin yapılması, uygun olmamıştır. İstanbul Sözleşmesi kapsamında Türkiye’nin her anlamda öncü olduğu, gereken her şeyi yaptığı ama çeviriye bakıldığında “domestic violence” sözcüğünün “ev içi” değil de “aile içi şiddet” olarak çevrildiği, oysa İngilizce, Fransızca ve diğer metinlerde vurgulananın ev içi şiddet olduğu; eğer bu bilerek, istenerek çevrilmişse, Türkçe çeviride “aile içi şiddet” diye halen varsa bu direncin sorgulanması ve mahkum edilmesi gereklidir2.
İstanbul Sözleşmesinin isminde bu biçimde bir değişiklik olması, mağdur olarak kabul edilecekleri sınırlamaktadır. Orijinal haliyle, aile olmasa da birlikte yaşayan eşcinsel bireylerin dahi bu Sözleşme kapsamında değerlendirilebilmesi mümkünken; aile içi olarak tercüme edildiğinde, sadece resmi olarak aile kavramı içinde kalan bireylerin bu Sözleşme kapsamında değerlendirilmesi söz konusu olmaktadır. İstanbul Sözleşmesinde tanımlamaların yapıldığı 3. maddenin TBMM tarafından yapılan çevirisinde; “aile içi şiddet” tanımı, “aile içerisinde veya hanede veya mağdur faille aynı evi paylaşsa da paylaşmasa da eski veya şimdiki eşler veya partnerler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemi anlamına gelir” şeklindedir. Bu tanımlama, Sözleşmenin isminde olandan daha geniş bir mağdur tanımı içermektedir. Özellikle kullanılan partner ifadesiyle, evlilik birliği olmasa da, aynı haneyi paylaşan ya da daha önce paylaşmış kişilerin de fail yada mağdur kabul edilebileceği söylenebilir. Neden Sözleşmenin isminin tercümesinde “aile içi” ifadesinin kullanıldığı sorusunun yanıtını ise, iktidarın eşcinsel birlikteliklere karşı tutumunda aramak yanlış olmayacaktır. Zira dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanları tarafından birçok kez dile getirildiği üzere Türkiye’nin eşcinsel birlikteliklere sıcak bakmadığı ve eşcinselliğin aile değerleri için tehdit oluşturabileceği kalıp yargısının bu biçimde bir değişikliğe sebep olduğunu söyleyebiliriz3. Bu yaklaşım hem Sözleşmenin ruhuna, hem de amacına uygun düşmemektedir. Sözleşme; ev içinde birlikte yaşamak ve daha önce yaşamış olmaktan kaynaklı, taraflardan birisinin diğeri üzerinde tahakküm kurmasının ve bu tahakküm ilişkisine dayanarak şiddet uygulamasının önüne geçmeye ve bunu cezalandırmaya dönüktür. Buradan bakıldığında eşcinsel, resmi nikahlı veya halen birlikte yaşayıp yaşamadıkları ayrımı yapılmaksızın, bireylerin Sözleşmenin sağladığı güvencelerden faydalanabilmesi gereklidir. Benzer düşüncelerin ürünü olarak, iktidar tarafından Kadın Bakanlığı yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ihdas edilmiştir ve 4320 Sayılı Kanuna Kadını Şiddetten Koruma Kanunu yerine Ailenin Korunmasına Dair Kanun ismi verilmiştir. “Toplumun henüz hazır olmadığı” veya “bazı kurumların yıpratılacağı” bahanesiyle daha önce ısrar edilen yanlışlar ve kurumların bireylerden daha önemli olduğu vurgusu, burada da kendisini yine göstermiştir.
İstanbul Sözleşmesinin Taraf Devletlere Yüklediği Yükümlülükler
İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet konusunda hem kısa vadede, hem de uzun vadede taraf devletlere birçok yükümlülükler getirmektedir. İmzacı devletlere, hem kamusal alanda hem de özel alanda, bireylerin, özellikle de kadınların şiddetten arınmış bir yaşam sürebilmeleri için gerekli yasal düzenlemeleri yapmaları ve tedbirleri almaları yükümlülüğü vermektedir. Şiddetin ve ayrımcılığın önlenmesi için alınacak özel önlemlerin, ayrımcılık olarak kabul edilmeyeceği düzenlenmiştir.
İstanbul Sözleşmesi imzacı devletlere;
gibi birçok olumlu yükümlülük getirmiştir.
İstanbul Sözleşmesi, taraf devletlerin, kültür, örf ve adet, gelenek, din veya sözde “namus”un Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemi için mazeret oluşturmamasını sağlaması gerektiğini düzenlemiştir. Türkiye’de kadın cinayetlerinin failleri yargılama sırasında, namuslarını korudukları bahanesine sıkça başvurmaktalar ve bu bahane mahkemeler tarafından ataerkil bir zihniyetle kabul görmekte ve cezada indirim yapılmaktadır. Sözleşmenin bu düzenlemesi gereğince, Türkiye’de kadın cinayetlerinde sıkça uygulanan bu tip tahrik indirimlerinin büyük bir kısmının artık uygulanmaması gerektiği açıktır.
Sözleşmenin taraf devletlere yüklediği yükümlülüklere uygun davranılmadığı/ihlal edildiği takdirde, yaptırım olarak herhangi bir düzenleme getirilmemiştir. Sözleşme, izleme mekanizması başlığı altında, kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddete karşı eylem uzman grubu (GREVIO) oluşturulacağını ve bu grubun Sözleşmenin uygulanmasını izleyeceğini söylemektedir. Sözleşme, Taraflar Komitesi GREVIO rapor ve sonuçlarını temel alarak ilgili tarafa hitaben,
tavsiye kararları kabul edebilir demektedir.
Bu durumda taraf devletler için, İstanbul Sözleşmesini imzaladıktan sonra uyup uymamak, tamamen onların uluslararası arenada prestijleri açısından önemli olmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olan ülkelerin, bu sözleşmenin hükümlerine aykırı davranmaları durumunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından mahkum edildiği ve tazminata karar verildiği gibi, bu İstanbul Sözleşmesi için de bir yaptırım sistemi getirilmiş olsaydı, uygulama açısından beklenen faydanın artması da beklenebilirdi.
Türkiye özelinde bakıldığında; İstanbul Sözleşmesi 25.11.2011 tarihinde TBMM’de onaylanmış ve böylelikle taraf devletler arasında ilk onaylayan devlet Türkiye olmuştur. Anayasanın 90. maddesi, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır” demektedir. Bu maddeye istinaden, İstanbul Sözleşmesinde düzenlenen konular da, hukukçuların başvurabileceği bir yasal düzenleme haline gelmiştir. Ancak geçmiş tecrübeler, uluslararası sözleşmeler her ne kadar Türkiye’nin bir kanunu olarak kabul edilse de, uygulamada çok fazla dikkate alınmadığını göstermektedir. Bunun sebebi olarak hukukçuların yeterli bilince sahip olmadığı gerekçesi göz ardı edilemez bir gerçek olmakla birlikte, devletin de yapısal görevlerini yerine getirmediği konusu da, en az bu gerekçe kadar dikkate alınması gereken bir realitedir. Örnek olarak, yeterli miktarda ve nitelikli sığınmaevi açmakla yükümlü olan devletin bu yükümlüğünü yerine getirmediği için korunamayan mağdurun ya da onun yakınlarının devlete karşı açtığı tazminat talepleri, genellikle reddedilmektedir. Uygulayıcılar, şiddet mağdurunun korunması için devletin sorumluluğunun ne kadar büyük ve önemli olduğu konusunda yeterli bilince sahip değildir. Bu yüzden soyut yasal düzenlemelerin uygulanabilirliği için hem uygulayıcılar yeterince bilgilendirilmeli, hem de verilen kararların gereği gibi uygulanabilmesi için ekonomik, fiziki ve yapısal koşullar oluşturulmalıdır.
İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Kanun
Türkiye’de İstanbul Sözleşmesine taraf olunmasından sonra, 6284 Sayılı Kanun (Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun) çıkartılmıştır.
İstanbul Sözleşmesinden bir yıl sonra çıkartılan bu kanun İstanbul Sözleşmesi ile karşılaştırıldığında, birçok eksikliği de barındırmaktadır. Özellikle şiddetin toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile ilişkisi konusunda kanun koyucunun bilinçli bir biçimde suskun kalması, ileriye yönelik olarak yapısal adımların sağlıklı bir biçimde atılacağı konusunda, kafalarda soru işaretlerine sebep olmaktadır. Ayrıca halen ev içi şiddet mağduru olan ve olabilecek bazı bireylerin Kanun kapsamında değerlendirilmemesi, şiddete sıfır tolerans şeklinde deklare edilen devlet politikasına ve taraf olunan uluslararası sözleşmelere tezat oluşturan ve düzeltilmesi gereken bir durumdur. Geçmiş tecrübeler mahkemeler tarafından verilen koruma kararlarının, kadınları şiddetten korumak için tek başına yeterli olmadığını göstermiştir. Ayrıca bu koruma kararları verildikten sonra kararı icra edecek kolluğun, sığınmaevlerinin, hastanelerin, okulların ve kadınların başvurabileceği diğer kurumların, koruma kararlarına uygun hizmet verebilecek donanıma sahip hale de getirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde mahkemelerin verdiği koruma kararları, bir kağıt parçası olmaktan ileri gidememektedir. Ayrıca şiddetin önlenmesi için çıkartılan kanunun sadece şiddet uygulandıktan sonrası ya da uygulanması ihtimalinde yapılacakları içerecek şekilde tasarlanması, uzun vadede devletin şiddetin önlenmesi için yapması gerekenleri karşılamakta yetersiz kalmaktadır. Devletin öncelikli amacı; kadınların koruma alma gereği olmadan şiddetten uzak yaşayabilmelerini sağlamak olmalıdır.
1Uygur, Gülriz, 2006/17 Sayılı Başbakanlık Genelgesi Işığında Kadına Yönelik Şiddeti Önlemeye Yönelik Devletin Ödevi: Değişen Devlet Anlayışı mı?, Birkaç Arpa Boyu…21. Yüzyıla Girerken Türkiye’de Feminist Çalışmalar, Derleyen Serpil Sancar, Koç Üniversitesi Yayınları, s.868
2Karınca, Eray, Toplumsal Cinsiyet Açısından Anayasa Konulu Komisyon Raporu, Haziran 2012, s.68
33 Eylül 2011 tarihli Birgün Gazetesinin haberine göre; 12 Haziran 2011 seçimleri öncesi Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapan Selma Aliye Kavaf, farklı aile formlarına ilişkin Avrupa Konseyi bildiri taslağına “ülke olarak eşcinsel evliliği ve ebeveynlik kurumunu kabul etmiyoruz” biçiminde itiraz etmiş, “Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence” ifadesini kullanmıştır.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma ŞAHİN, 18 Ağustos 2011 tarihinde katılmış olduğu Habertürk televizyonundaki Karşıt Görüş isimli bir programda; “eşcinsellik hastalık mıdır?” sorusuna verdiği cevapta, eşcinsellik olgusunun süregelen bilimsel bir tartışmanın konusu olduğunu, bu sebepten ötürü soruya açık bir cevap veremeyeceğini belirtti. Fatma Şahin aynı programda, muhafazakar bir partinin bakanı olduğunu ve sorumlu bakan olarak problemleri çözmek için gerekli önlemleri almakla yükümlü olduğunu, fakat bunu yaparken aile değerlerini tehlikeye atamayacağını ifade etmiştir.
Yazı kaynağı : www.seherkirbascanikoglu.av.tr
Yorumların yanıtı sitenin aşağı kısmında
Ali : bilmiyorum, keşke arkadaşlar yorumlarda yanıt versinler.